“Geçen yüzyılın sonlarında polis bir buluşma evinde 12 ve 13 yaşlarında iki küçük kız yakalar; kızların da tanıklık ettiği bir dava açılır; kızlar kelli felli beyler olan müşterilerinden söz ederler kızlardan biri, ağzını açıp bir ad verecek olur. Savcı hemen atılır: Dürüst adamın adını lekelemeyin! Yakasında onur nişanı taşıyan bir bey küçük bir kızı kirletirken de dürüsttür çünkü bazı zayıf yanları vardır ama canım kimin yoktur ki?” (Kadın -İkinci Cins, Simone de Beauvoir)
TAŞLARA YAZILAN ÇIĞLIKLAR
Simone de Beauvoir, bu satırları kaleme aldığında sene 1949’du feminizmin temel eserlerinden birini yazdı ve yıllardır kadın mücadelesinde öncü olmayı satırları ile sürdürüyor Beauvoir. Bu satırların üstünden yıllar geçse de yaşananlar pek değişmedi aslında. Cinsiyet eşitliği konusunda adımlar atıldı, kadının toplumdaki rolü güçlendi. Gelişmiş demokrasilerde tablo daha iç açıcı iken bizim gibi Ortadoğu ülkelerinde durum iç acıtıcı. Hentbol oynayan Şanlıurfalı 13 yaşındaki Merve Akpınar’ı anımsayınız. ‘Anna Karanina’ okuyan ve kısa şort giydiği için gördüğü baskıyı gözleri dolarak anlatan Merve, konuşmasının ardından okulu Konuklu İmam Hatip Ortaokulu’na alınmadı. 19 Haziran’da denize atılan şişe içindeki imdat çağrısı gibi taşa yazdığı bir notla ‘Beni Duyun’ demişti 12 yaşındaki A. Antalya Kepez’de. ‘Yaşım 12. Adım A. Tecavüz ediliyorum. Lütfen yardım edin’ Neyse ki çığlık duyuldu jet iddianame hazırlandı. Ve ne yazık ki A.’nın 5 yaşından beri istismar edildiği ortaya çıktı. Türkiye’deki kadınların her ikisinden biri duygusal şiddet, yüzde 12’si ise cinsel şiddet mağduru. Psikolojik şiddet ise apayrı bir mevzu. 2008 ile 2021 yılları arasında 3 bin 348 kadın öldürüldü.
İKTİDARIN KADIN ALGISI ‘GELİNİM MUTFAKTA’
Ve Türkiye, 10 yıl önce övünerek imzaladığı kadından öte tüm insan haklarının korunmasında çok büyük bir kazanım olan İstanbul Sözleşmesi’nden 10 yıl sonra yine övünerek ayrıldı. Üstelik bu ‘övünmelerin’ hepsi aynı iktidar döneminde gerçekleşti. Sadece ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sürecini doğru okumak bile bu iktidarın kadını konumlandırdığı yerin ‘Gelinim Mutfakta’ nın sınırlarının dışı olamayacağının, kocasının yaka süsü dışında bir işlevi olmaması gerektiğinin siyasi hesaplar uğruna yok sayılan bir mücadelenin açık ispatıdır. Elmalı Davası’nda cinsel istismar mağduru 2 çocuğun çizdikleri idi bu ülkenin insanının riyakarlığının resmi. ‘Kutsal’ adı altında vitrine süs yapılan vazolar gibi üzerine bir de ‘Dokunulmaz’ yazdılar evlilik, aile, akrabalık için. Oysa gerçek orada idi en yakında, en yakınında. En büyük ve en derin yaralar, içten en yakından aileden sülale tarafından açılan yaralardı. X’iden Y’sine tüm kuşaklarda bu ülkede yaşayan kadınların hikayeleri var. Bazılarının yaraları kabuk bağladı, bazı yaralar ‘misulaj’ yaptı iç denizleri girilemez hale gelenler ise hep temizlikle meşgul. Bu temizlik topluca yapılmaya çalışılıyor bazen de.
SOMUT KANIT MI DEDİNİZ!
Geçtiğimiz akşam ise TBMM’de 4.yargı paketinin 1.kısmında kabul edildi. Ve bundan böyle ‘Cinsel istismar şüphelisinin tutuklanabilmesi için somut delil aranacak’. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış ve yaşananlar. Kadın ve çocukların aleyhine yaşanacakların kötü bir işaretidir bu maddenin geçmesi. Kadın örgütlerinin ifade ettiği gibi cezasızlığın artacağının bir göstergesi, daha karanlık günlerin fragmanıdır. Yazımı, Çocuk ve Genç Psikiyatristi Doç. Dr Veysel Çeri’nin konuyla ilgili sözleri tamamlayacağım. “Yıllardır istismara uğramış çocuklarla çalışmış biri olarak çocuk istismarı ile mücadele etmenin yegâne yolunun bu tür davalarda “çocuk beyanını” esas almak olduğunu söylemem gerekiyor. Aksi bir değişiklik çocukları istismara karşı biraz daha savunmasız bırakacaktır. Yapmayın!”